SIKÇA SORULAN SORULAR

 

Soru 1. Yıllardır baş ağrısı çekiyorum. Her gün bir avuç ilaç içiyorum. Bunun bir çaresi yok mu? 

Modern tıpta baş ağrısının ilaçlar ile giderilmeye çalışılması ilaç kullanmanın yan etkilerini kabul etmek demektir. Bunun yanında tedavi olarak ilaç kullanıldığında hastalık tamamen iyileşmemekte, sadece atakların sıklığında azalma sağlanabilmektedir.

Bu noktada ciddi bir yan etkisi olmayan nöralterapinin en önemli uygulama alanı migren ve diğer baş ağrılarıdır. Nöralterapi; baş ağrıları arasında en çok görülen migren, gerilim tipi baş ağrısı, küme baş ağrısı ve servikojenik baş ağrılarında uygulanmakta olup, sonuçların oldukça başarılı olduğu gözlemlenmektedir.

Nöralterapi seanslar halinde uygulanır; seans sayısı ve aralıkları hastaya göre değişir. Seanslardan fayda görme tamamen iyileşme şeklinde olabildiği gibi yakınmaların şiddetinin, süresinin ya da sıklığının minimize edilmesi şeklinde de olabilir.

Öte yandan, akupunkturla da her türlü baş ağrısına tedavi uygulamak mümkündür. Akupunktur zaten bedende, endorfin denilen morfin benzeri ağrı kesicilerin salgılanmasını sağlayarak ağrı kesici etki yaratır. Belli aralıklarla ve bir tedavi dizini şeklinde yapılan akupuntur ile baş ağrısı tedavisi oldukça başarılı sonuçlar elde edilmektedir.

Son olarak, yukarıda belirtilen tedavi yöntemleri ile kombine edilen bilinçaltı tedavileri ile de baş ağrısı kontrol altına almakta rahatlatıcı ve sinerjik bir etki yarattığı görülmektedir.

Soru 2. Dizlerim kireçlenmiş, platin takılacak dendi. Ameliyat dışında bir çözüm var mı?

 

Diz kireçlenmesi (Gonartroz), yetişkin hastalarda görülen en sık diz ağrısı nedenlerindendir. Diz eklemi, vücudumuzun hareket ile bağlantılı yükünü oldukça yoğun bir şekilde yıllarca çektiği için en çok yıpranan eklemimizdir. Diz kireçlenmesi (Gonartroz), dizin eklem yapısının, kıkırdağının, bağlarının ve menisküslerinin yıprandığı, eklem sıvısının azaldığı bir görüntüdür. Diz ekleminin osteoartriti (diz kireçlenmesi) başka bir hastalığa bağlı olmadan yaşlanma süreci ile beraber görülebileceği gibi çeşitli romatizmal hastalıklar, travma sonrasında eklem kıkırdağının bozulması gibi sebepler ile de oluşabilir. 

Diz kireçlenmesinin tedavisinde, bütüncül yaklaşımla hastayı beslenme programından yaşam tarzına kadar ele alıp değerlendirmek gerekir.

Hastaya cerrahi önerilmeden önce fizik tedavi ve egzersiz alışılagelmiş tedaviler olarak ilk planda tercih edilmelidir. Bunların dışında deneyimli ve uzman ellerde uygulanan proloterapi, PRP-CGF gibi tedavi yöntemleri diz ameliyatı önerilen hastalarda bile umut vadeden bir tedavi olabilir.

Ayrıca özellikle istirahat ağrıları (gece ağrıları) bulunan hastalara uygulanan radyofrekans ablasyon tedavisinin yüz güldürücü sonuçları bulunmaktadır.

Soru 3. Diyet yapmakta zorlanıyorum. Sağlıklı bir şekilde nasıl zayıflayabilirim?

Etkin zayıflama yöntemi olarak kullanılan diyet tek başına zayıflamak için yeterli olmayabilir. Bunun yanında diyette verdiğimiz kiloları almamak ve ideal kilomuzu korumak da önemlidir. Burada, kişinin diyet programını uygularken akupunkturun verdiği sinyallerle daha hızlı ve daha sağlıklı kilo vermesi hedeflenmektedir. 

Pek çok rahatsızlıkların tedavisinde kullanılan akupunktur,  genel olarak zayıflamada da çok sık başvurulan bir yöntem olmuştur. Zira, akupunkturda kullanılan iğneler kişide tokluk hissi uyandırarak acıkmayı önlemektedir.  

Akupunkturun zayıflama üzerine etkileri şu şekilde sıralanabilir:

-İştahı ve acıkmayı azaltır. Kilo verdikten sonra ideal kilonuzun aynı seviyede kalmasını sağlar.

-Midede ekşime ve yanma hissini azaltır.

-Metabolizmayı hızlandırır.

-Diyet yaparken halsizlik ve bitkinliği önler. Stresi azaltır

Amaç sellülit ve bölgesel zayıflama ise bacak, karın, kalça, diz çevresi, mide, yan, sırt, kol bölgesi gibi bölgelere ince uçlu bir iğne ile mezoterapik ilaç karışımı enjekte edilir. Bu ilaçlar o bölgedeki yağ hücrelerini yıkıp, kan dolaşımının artmasına neden olduğundan seanslara düzenli bir şekilde devam edildiğinde bölgedeki selülitlerde azalma ve hatta yok olma, istenilen bölgede (kişinin probleminin yoğunluğuna göre) tahmin edilenin ötesinde hızlı incelme (normalden çok daha çabuk incelme) ve zayıflama oluşur. Kişide genel bir kilo problemi söz konusu olduğunda mezoterapi ile birlikte kombin bir şekilde diyet ve akupunktur tedavisi verilir. 

Mezoterapinin en büyük avantajlardan birisi bölgede zayıflama sağlarken sarkma probleminin olmaması ve tam tersine toparlama ve şekillenme göstermesidir, hanımlarda özellikle gebelikten sonraki sarkma problemleri ve yaşın ilerlemesine bağlı kol altlardaki sorunlarda bilinçli bir şekilde uygulandığında başarılı sonuçlar elde edilebilir.

 

Soru 4. Sigarayı bırakmak istiyorum bunu destekleyecek ne gibi tedaviler mevcut?

Kendimizi iyi, keyifli ve huzurlu hissetmemiz, beynimizden salgılanan serotonin ve endorfin hormonları sayesinde gerçekleşiyor. Normalde kahkaha atınca, mutlu bir haber alınca, çikolata veya güzel bir tatlı yiyince bu hormonların seviyesi yükseliyor. Sigara içilmediğinde nikotin ortadan kalktığında kişi mutsuz ,bıkkın , kulakta tespit edilmiş refleks noktalarına takılan akupunktur iğneleri veya lazer akupunktur, bu sinir uçlarını uyararak endorfinlerin salınmasını sağlar. Bu da kişinin sakinleşmesine, keyif ve huzur bulmasına, yoksunluk belirtilerinin (gerginlik, sinirlilik, uyku kalitesinin bozulması, yorgunluk, dilde ve başta uyuşma, boşluk hissi, konsantrasyon azlığı, dikkat eksikliği, baş ağrısı, ishal veya kabızlık ve iştah artışı) azalmasına neden olur. Zira sigara içen kişilerde de seratonin ve endorfin salgılama işi sigara tarafından üstlenildiği için vücudun otonomisi bozuluyor. Bu nedenle sigara tiryakileri, keyiflenince ya da dertlenince hemen bir sigara eğilimine giriyor. Sigarayı bırakanlar ilk hafta seratonin salgılanamadığı için zorlanmaktadırlar. Bu noktada devreye giren akupunktur sayesinde gerginlik, uyku kalitesinin bozulması, yorgunluk, sinirlilik, dikkat eksikliği, baş ağrısı, iştah artışı gibi sigara yoksunluğu şikâyetler hissedilmeden alışkanlıktan kurtulmak mümkün olmaktadır.

 

Diğer bir sigara bırakma yöntemi olarak hipnoz önerilebilir. Hipnoz yönteminde sigara bağımlılığı, bilinçaltına yerleşmiş ve bu nedenle otomatikleşmiş güçlü bir bağımlılık olarak tarif ediliyor. Sık tekrarlanan her düşünce veya davranış bilinçaltına geçerek kaydediliyor ve alışkanlık haline geliyor. Bu anlamda hipnozun sigarayı bırakma konusunda etkili bir yöntem olduğunun altı çiziliyor. Hipnozla bilinçaltına ulaşılıyor ve sigara içmeye neden olan alışkanlığın kökleri bilinçaltından siliniyor. 

 

Mezoterapi

 

Soru 5. Cildimin doğal yöntemlerle genç, sağlıklı ve pürüzsüz görünmesini istiyorum bu mümkün müdür?

 

Mezoterapi

 

Kilo alıp verme, kalitesiz beslenme, güneş koruyucu krem kullanmadan güneşin yıpratıcı etkisine maruz kalma, stresli yaşam koşulları, cildin makyaj gibi kimyasallara maruz kalması, sigara içme gibi birçok faktör nedeniyle cildimizin yaşlanma süreci hızlanmaktadır. Ciltte kuruma, kaz ayaklarında, dudak üstünde alında ince kırışıklıkların gelişimi, elastikiyet kaybı ve mat görünüm ortaya çıkmaktadır. Tüm bu sorunlara gençlik aşısı mezoterapisi ile başarıyla çözüm üretilebilmektedir. 

 

20-30’lu yaşlarda cildimizde var olan hyalüronik asit maddesinin azalmaya başlaması ile ne yazık ki ince kırışıklıklar gelişmeye başlar. Bu yaş dönemlerinde uygulanan gençlik aşısı uygulaması ile 30’lu yaşlarda görülmeye başlayan yaşlanma belirtilerinin ortaya çıkmasını koruyucu cilt bakımı ile önlemek mümkündür. İleri yaşlarda özellikle menopoz sürecinden sonra cildin neminin kaybedilmesi ile yoğun elastiyet kaybı yaşanmaktadır. Bu yaş grubunda ise parlak, ışıltılı bir cilt görünümü, boyunda, dekoltede, el üzerinde, kaz ayakları, dudak üstü ve diğer yüz bölgesindeki ince kırışıklıklar için doğallığı bozmadan gençleşmeyi sağlamak için mezoterapi uygulaması önemli bir tercih olmaktadır.

 

Deride kozmetik sorun oluşan bölgelere küçük iğneler yardımıyla çeşitli vitaminlerin, minerallerin ve hyaluronik asitin enjekte edilmesi yöntemi olan Mezoterapi sayesinde cilt güzelliğine büyük katkı sağlanmaktadır. 

 

Hyalüronik asit içeren mezoterapi ilaçları sadece uygulandığı alana yani deri altına etki ettiği ve sistemik dolaşıma geçmediği için herhangi bir yan etkiye neden olmamaktadır. 

 

Hyalüronik asit içeren bir güzellik kokteyli olarak da adlandırılabilecek olan mezoterapi ile hyalüronik asidin ciltteki kollajen üretimini harekete geçirerek yaşlanmaya başlamış hücrelerin yenilenmesi sağlanmaktadır. 

 

Uzman bir doktor gözetiminde ve gerekli sıhhi koşulların sağlandığı bir klinikte yapılan mezoterapi uygulaması cildin kaybolmuş nemini tekrar geri getirerek daha parlak, daha sıkı bir cilt görünümü sağlamaktadır. Hyalüronik asit ayrıca ince kırışıklıkların azalmasında da son derece etkilidir. Gençlik aşısı mezoterapisinin belirli aralıklarla en az 3 seans uygulanması gerekir. Yazın yoğun güneş etkisiyle gelişen yıpranmayı önlemesi, kışın da hava kirliliği ve soğuk nedeniyle azalan nemin geri kazanılmasında etkili olması dolayısıyla gençlik aşısını her mevsimde uygulanabilmektedir. 

 

Hyaluronik asit cilt altına küçük iğneler yardımıyla verilebileceği gibi, daha konforlu ve acısız bir yöntem olan dermapenle de rahatlıkla tüm problemli cilt alanına uygulanabilmektedir. 

 

 

Benzer şekilde PRP/CGF-CD34; göz çevresindeki kırışıklıklar, yanaklar ve orta yüz bölgesi, boyun, göğüs ve dekolte, el ve kollar üzerine cildin gençleştirilmesi ve doğal yollarla sağlıklı e pürüzsüz görünmesi için uygulanabilir. PRP saç tedavisi içinde faydalı bir yöntem olarak kafa derisi üzerinde saçların tekrar büyümesinde olanak sağlar. Özellikle cilt gençleştirme ve yaşlanma belirtilerine önlem alma için son derece etkili bir yöntemdir.

PRP/CF-CD34 uygulamasında ilk önce cildin yaşlılık derecesi uzman bir doktor tarafından, basit bir cilt analizi yapılarak belirlenir. Tedavi öncesi fotoğraflar alındıktan sonra cilt temizlenir ve lokal anestezik krem uygulaması yapılır. Koldan bir miktar kan alınarak santrifüj edilir ve bir test tüpü içine yerleştirilir. Gerektiği durumda içine, kişinin ihtiyacına göre ilave maddeler konur. Plated Rich Plazma hazırlanır ve aktif hale getirilir. Daha sonra, ilk olarak belirgin çizgi ve kırışıklıklara enjekte edilir. Daha sonra ince ayrıntılara geçilir. PRP uygulamasından sonra LED ışın terapisi ve maske yapılarak cildin rahatlaması sağlanır. Bu enjeksiyonla birlikte hasarlı bölgede daha fazla miktarda büyüme faktörü açığa çıkar. Bu etkiyle de yara iyileşmesi, akne, sivilce izleri, kırışıklıklar daha hızlı iyileşerek, cilt yenilenmesi sağlanır.

Soru 6. Belimden bacağıma vuran ağrım mevcut ve gece yatakta sağa sola dönerken zorlanıyorum. Sadece egzersiz tedavim için yeterli midir?

Protoloterapi

 

Bel ağrısı toplumda oldukça yaygın bir şikayettir. En az bir kez bel ağrısı çekme oranı % 84’tür. Akla hemen bel fıtığı gelse de bel ağrısının başka pek çok nedeni olabilir. Hekim tarafından sorulacak doğru sorular ve detaylı fizik muayeneyle bel ağrısının sebebi teşhis edilebilir. Başlıca bel ağrısı sebepleri şöyle sıralanabilir:

Kas ağrıları:
Bel ağrılarının pek çoğu kas kökenlidir. Karın kaslarının zayıf olması, ağır işlerde çalışmak, eşya taşımak, uzun saatler boyunca hareketsiz bir şekilde oturmak, stres, rüzgarda kalmak, klima çarpması vs.. gibi etkenler bel kaslarının tutulmasına ve bel ağrısına yol açabilir.

Bel Fıtığı:
Bel fıtığı, siyatik ya da disk hernisi adlarıyla da bilinir. Omurlar arasındaki disklerin bozulması ya da yırtılması sonucu omurlar arasındaki kıkırdak dışarı çıkar ve bel fıtığı meydana gelir. Fıtık nedeniyle bölgedeki sinirlerin sıkışması, bel ağrısına ve zamanla topuğa kadar inen şiddetli ağrılara yol açabilir.Bel fıtığının farklı aşamalarda tespit edilebilir ve her bel fıtığı mutlaka ameliyat gerektirmez. Tıbbi verilere göre % 2’lik kısmı Ameliyat sonrası bağ dokusu hasarı devam ettiği için fıtık yeniden oluşabilir. Sigara içilmemeli, kilo almamaya dikkat etmeli, fazla ağırlık kaldırmamalı ve bel sağlığına uygun bir yatakta uyumalıdır.

Bel Kayması:
Omurların birbiri üzerine doğru kayması durumuna bel kayması denir. Bel fıtığı ile karıştırılır ama bel fıtığında omurlar arasındaki kıkırdak sorun yaratırken, bel kaymasında omurların kendisi yani kemik sorun yaratmaktadır. Omurların kayması sinirler üzerinde baskı veya gerilme yaratır ve bu da bel ve bacak ağrılarına yol açar. Bel kayması olan kişiler belli bir mesafeyi yürürken bel ve bacak ağrısı yüzünden sık sık durmak isterler. Ağrının yanı sıra bacaklarda uyuşukluk, yanma ve kramp meydana gelir. Ayakta durmak şikayetleri arttırır.

Lomber Faset Sendromu:
En yaygın ağrı sebebi bel fıtığı olarak olarak kabul edilse de, yetişkin popülasyonda kronik bel ağrısının en sık sebeplerinden biridir (%15-40). Faset eklem dejenerasyonunda mikrotravmalar, makrotravmalar ve postural nedenler rol oynamaktadır. En çok L4 ve L5 faset eklemleri etkilenir. Mikrotravmaların ortaya çıkışında yapısal anomaliler önemli rol oynayabilir. Yaşın ilerlemesi ile faset eklem dejenerasyonu ve osteoartriti belirgin olarak artar.

Osteoporoz:
Kemik erimesi olarak da adlandırılan osteoropoz aslında kemiklerin yoğunluklarını kaybetmesi ve böylece zayıflamasıdır. Osteoporoz hastalarında boyun ve bel kemikleri sıklıkla etkilenir ve bu hastalarda çökme kırıkları, kronik bel ağrısının başlıca nedenleri arasındadır.

Omurga Kırıkları:
Omurga kırıkları genellikle bir trafik kazası, spor kazası veya yüksekten düşme gibi talihsiz olaylar sonucu oluşur ancak yaşla birlikte kemik erimesi (osteoporoz) görülen kişilerde de, kemiklerin zayıflamasına bağlı olarak omurga kırığı meydana gelebilir. Kemik erimesi daha çok kadınlarda görülür. En yaygın belirtisi boyun, sırt ve bel ağrısıdır. Ağrı şikayetlerine, kol ve bacaklarda uyuşma, kasılma, hissizlik ve tuvaletini kaçırma gibi şikayetler de eklenebilir.

İltihaplı Eklem Romatizması : Ankilozan Spondilit (AS) :
Daha çok anne veya babadan geçen ve daha çok genç yaştakileri etkileyen, genetik bir rahatsızlıktır. Bağırsak ve idrar yolu enfeksiyonları ve sedef hastalığı, AS’yi tetikleyebilir. Vücuttaki eklemleri, sırt ve boynu da etkileyebilir ancak en büyük belirtisi iltihabi bel ağrısıdır. Özellikle uzun süre hareketsiz kalındığında artan bir ağrıdır bu. Hastalar, gece uyurken hareketsizlikle başlayan bel ağrısını, sabah uyandıklarında yoğun bir şekilde hissederler. Uyandıktan sonra bel tutukluğu birkaç saat sürebilir. Pek çok bel ağrısı türünün aksine, bu ağrıya dinlenmek değil hareket etmek iyi gelir. Sırt ve boyun ağrıları diğer belirtiler arasındadır ve hastalığın son aşamasında sırtta kamburluk görülür.

İç Organlardaki Rahatsızlıklar:
Bel bölgesine yakın pankreas, böbrek, barsak, karaciğer gibi organlardaki rahatsızlıklar ve eklem hastalıkları bel ağrısına neden olabilir.

Bel Ağrısına İlişkin Risk Grubu:

  • 30 yaş üstü kişiler
  • Genetik yatkınlık, ailesinde bel ağrısı şikayeti olanlar
  • Hamileler ve yeni anne olmuş kadınlar
  • Romatizma ya da kemik erimesi şikayeti olanlar
  • Menopoz dönemindeki kadınlar
  • Sigara tiryakileri
  • Yeni ameliyat olmuş kişiler
  • Enfeksiyon hastalıkları
  • Güreş, halter, kürek, futbol, tenis ve jimnastik sporlarıyla ilgilenenler
  • Meslek icabı sürekli ağır kaldıranlar, uzun süre oturanlar
  • Sürekli stres altında olanlar
  • Şeker ve tansiyon hastaları
  • Kanser hastaları

Bel Ağrısının Değerlendirilmesi

Bel ağrısı en sık yanlış tanı konan yakınmalardan biridir. Akut ya da kronik bel ağrısı ile hekime başvuran hastanın yakınmaları dikkate alınarak detaylı bir fizik muayene yapıldıktan sonra % 80 ihtimalle, ilave olarak bel ve kalça grafisine bakılarak % 99 isabetle tanı koymak mümkündür. Ancak ciddi bel kayması olan ve bel fıtığında sinir basısından şüphelenilen hastalarda Bel MR incelemesi yapılması uygundur.

Kas ağrıları istirahatle geçen, kısa süreli ağrılardır.  Sıcak uygulamadan fayda görür. Birkaç günlük dinlenme sonrası ağrılar geriler.

Osteoporoz (Kemik erimesi) derecesine göre uygun diyet, D vitamini ve Bi-fosfonat türü ilaçlar ve egzersiz programları ile tedavi edilir.

İltihaplı Eklem Romatizması (AS) tedavisinde temel amaç ağrının azaltılması, vücut pozisyonunun ve eklem hareketliliğinin korunmasıdır. AS’li hastaların %80’inden fazlası ağrı, sertlik ve yangıyı azaltmak amacıyla NSAİ ilaçlar (İnflamasyon önleyici ağrı kesici ilaçlar) kullanırlar. Bazı hastalarda, klasik ağrı kesici ilaçlar yeterli olmaz. Bu hastalarda, sulfasalazin (Salazopyrin) ya da metotreksat gibi ilaçların tedaviye eklenmesi gerekebilir.

Lomber Faset Sendromu’nda yaygın olarak uygulanan Faset eklem blokajı ve Faset eklem denervasyonu gibi yöntemler sorunu çözmekten uzak uygulamalardır. Eşlik eden diğer problemler ve devam eden bağ dokusu hasarı nedeniyle bu tedavilerden sonra da ağrılar devam eder. Faset eklem bölgesiyle beraber hasarlı olarak tespit edilen diğer eklem ve ligamentlere proloterapi tedavisi uygulanarak kalıcı tedavi yapılabilir.

Bel fıtığı ve Bel kayması erken evrede tespit edilirse, kilo kontrolü, düzenli egzersiz ve ağır kaldırmamaya dikkat edilerek sorunsuzca yaşanabilir. Orta-ileri evre hastalarda Proloterapi altın standart tedavi seçeneğidir. Kök basısı, sinir hasarı geliştiği durumlarda cerrahi gerekli hale gelir.

Bel Ağrısında Proloterapi Nasıl İş Görür?

Bel fıtığı ve Bel kayması omurganın sağlamlığını sağlayan ve vücudun ağırlığını taşıyan ligamentlerin ve eklemlerin zayıflaması ile ortaya çıkar. Bu bakış açısıyla hasta değerlendirildiğinde tedavi seçeneği olarak proloterapinin başarı sebebi ortaya çıkmaktadır. Proloterapi tedavisi ile ağrıların temelinde yatan hasarlı ve zayıflamış eklem, ligament ve tendonlar tedavi edilerek kalıcı bir iyilik haline ulaşılır, hasta ameliyatsız ağrılarından kurtulmuş olur. MR’da görülen fıtık ya da kayma uzun bir süreçte meydana gelir ve zeminde ya hiperelastisite gibi doğuştan gelen bağ dokusu problemleri vardır ya da zamanla oluşan hasar ve zayıflamaya bağlı olarak bel fıtığı ve bel kayması oluşur. Günümüzde yapılan en büyük hata fıtığın ameliyat edilmesi ya da omurgaya takılan plak-vidalarla hastanın ağrılarının geçmesini beklemektir. Bu tür ameliyatlar sorunu çözmediği gibi, ağrıyı da tedavi edemeyecektir.

 

Radyofrekans

Bel fıtığı ve boyun fıtığı hastaları sıklıkla ameliyat dışı yöntemler ile tedavi arayışına girerler. Bu arayışın nedeni ise genellikle haklı ya da haksız olarak ameliyattan çekinmeleri ve korkmalarıdır.

 

Ameliyat korkusu nedeni ile maalesef günümüzde hala kendilerini kırık – çıkıkçılarda, ne olduğu belli olmayan bel ya da boyun çeken kişilerin evlerinde, yerli ya da yabancı ehliyetsiz masörlerin ellerinde bulurlar.

Bel ya da boyun fıtığı hastalarının ehil olmayan kişilere kendilerini emanet etmelerinin hikayelerini hastalarımızdan sıklıkla dinleriz. Daha da önemlisi, bize bu tecrübelerini anlatanlar sadece cahil, eğitim seviyesi düşük insanlar değildir. Çoğu kez üniversite mezunlarının, master ya da doktora sahibi, çok büyük şirketlerde üst düzey yönetici, işveren sıfatı taşıyan kişilerin, utana sıkıla da olsa;

‘’Hocam anlatmaya çekiniyorum kusura bakmayın fakat bir arkadaşımın tavsiyesiyle belimi ya da boynumu bazı özel hareketler uygulayarak iyileştirmesi umuduyla bu konuda çok ün yapmış olan bir kişiye başvurdum’’ şeklinde anlattıklarını üzülerek, bazen de merakla dinleriz.

Hastaları anlamaya çalışmak gerekir ise, ameliyattan çekindikleri, korktukları, ameliyat olurlarsa sakat kalacakları tarzında kaygıların onları bu yola sürüklediğini kavramak pek de zor değildir. Bu durumda ise, ilaç tedavisi ve fizik tedavisinden, istirahatten fayda görmeyen hastalara ameliyat dışında ne önereceğimiz sorusu ile karşı karşıya kalıyoruz.

Birkaç yıl öncesine dek bu hastalara biz ameliyat olmalarını önerirdik, onlar da çekindikleri için kendilerini tıp dışı merdiven altı çalışan kırık çıkıkçılarda bulurlardı.

Günümüzde ise modern teknoloji bizlere ameliyatsız tedavi yöntemlerini modern teknolojiden destek almış olan tıp biliminin güvenilir uygulamaları olarak kullanma şansını vermektedir.

Bel ve boyun fıtığı hastalığında omurga kemikleri arasında bulunan disk eklemi yıpranmıştır. Özellikle eklem kapsülü adını verdiğimiz simit şeklindeki halka yıpranır, üzerinde çatlaklar gelişir, bel ya da boyun ağrısının ortaya çıkmasını sağlayan kimyasal maddeler açığa çıkar. Yıpranmış eklemi mikroskop altında incelendiği zaman, normal ve sağlıklı bir ekleme göre çok daha fazla sayıda sinir ucunun geliştiği görülür, bu nedenle de ağrı daha kolay ortaya çıkar. Yıpranmış bir disk eklemi fıtıklaşmamış olsa da, bel ya da boyun ağrısına neden olabilmektedir.

Radyofrekans yöntemi de modern tıp teknolojisinin bel ve boyun fıtıkları için geliştirdiği ameliyatsız tedavi yöntemlerinden bir tanesidir. Radyofrekans yöntemi tıbbın diğer alanlarında başka hastalıkların tedavisi için de kullanılır. Radyo dalgaları, tıpkı lazer gibi bir güç kaynağı olarak kullanılır. Amaç yumuşak dokuları enerji kaynağı sayesinde buharlaştırarak küçültmektir.

Disk eklemi hacminde çok az bir miktardaki azalma dahi, eklem içindeki basıncı önemli derecede azaltarak ağrının önemli derecede azalmasına neden olmaktadır

Lokal anestezi altında ve fluoroskopi adını verdiğimiz özel bir röntgen aleti ile işlemi sürekli olarak kontrol ederek hastanın bel kısmından oldukça ince bir iğne ile radyofrekans enerjisini üreten aletin yarattığı enerjiyi eklem içine dek ulaştıracak olan özel bir elektrod yerleştirilir. Bu işlem ağrılı değildir. Bipolar elektrod dediğimiz bu elektrodun ucundaki birkaç milimetrelik alanda iki kutup vardır, böylelikle yaratılan enerji birkaç milimetrelik alanda güvenli olarak kalır, çevreye yayılmaz, kontrol edilebilir bir güçtür.

Radyofrekans elektrodu, yarattığı enerji ile hücre içinde birtakım karmaşık kimyasal reaksiyonlara yol açarak işlem yapar, lazer gibi kontrolü güç bir enerjinin direk olarak dokuya yollanması şeklinde çalışmaz. Radyofrekans elektrodu hücre içinde bulunan sodyum atomlarını ionize eder ve hücre içinde yüksek enerjili iyonik bir plazma alanı yaratır. Yüksek enerjili plazma nedeni ile hücre içinde molekküller arası bağlar parçalanır.

Bel ve boyun fıtıklarında kullandığımız radyofrekans ile tedavi yöntemi, diğer enerji kaynakları gibi kontrolsüz bir enerji üretmedikleri için, dokuda ısı ile ilgili olmaması gereken bir hasar ya da yanık gelişmez.

Coblation teknolojisi adını verdiğimiz bu teknolojinin yeterli bir şekilde çalışabilmesi için hücre içinde yeteri kadar sodyum bulunması gerekir. Eğer disk eklemi ileri derecede yıpranmış ve sıvı kapasitesinde önemli bir azalma olmuş, dolayısı ile ortamda yeteri kadar sodyum bulunmuyor ise, yukarıda tarif ettiğimiz kimyasal işlemlerin gerçekleşmesi ve eklemin bir kısmının buharlaştırılması daha da güç hale gelir. Bu nedenle, çok ileri yaştaki kişilerin ileri derecede yıpranmış eklemlerine radyofrekans yöntemini uygulamak tatminkar bir sonuç vermeyebilir.

Bel ve boyun fıtıklarında radyofrekans tedavisi için de uygun ya da uygun olmayan hasta grubu vardır. Her tedavi yönteminde olduğu gibi, bu yöntemde de sadece uygun hastaların tedavisi başarı şansını arttırır.

İşlem ertesinde, boyun fıtığı için boyun bölgesine uygulanmış ise bir boyunluk, bel fıtığı tedavisi için bel bölgesine uygulanmış ise bir bel korsesi hastanın yaşına ve durumuna göre en az bir hafta kadar kullanılır.

Radyofrekans yöntemi ile tedavi gerçekleştiren ekipler, yaynladıkları bilimsel makalelerinde %75 ile 80 arasında çok başarılı sonuçlardan söz etmektedirler. Tedavideki amaç bel ya da boyun ağrılarının azalması ve yaşam kalitesinin artmasıdır.

Bizim tedavi ettiğimiz hasta grubumuzda da, başarı oranımız % 80 civarındadır. Bu yüksek oranın altında yatan neden ise yöntemi her hastaya uygulamamak, sadece uygun hastalara uygulamak, doğru hasta seçimine özen göstermektir.

Sonuç olarak bel ve boyun fıtığı hastalarında ilaç ve fizik tedavisinden yeterince fayda sağlanamamış ise, fıtık parçalanmış ya da halk arasında ifade edildiği gibi patlamış bir fıtık değilse, radyofrekans yöntemi tedavi alternatifi olarak mutlaka düşünülmelidir. Bu tedavi yöntemi açık cerrahiye, yani ameliyata göre çok daha az zararlı ve riskli bir tedavidir.

 

Epidural enjeksiyon

 

Bel ağrısında uygulanan enjeksiyonların tedavideki yeri nedir?

Bel ağrısında kullanılan çeşitli enjeksiyon yöntemleri, belin pek çok ağrılı hastalığında hızlı ve tam bir düzelme sağlar. Bu enjeksiyonlar, tipik olarak bel ağrısı için çeşitli ilaçlar kullanmış ve bundan fayda görmemiş; ayrıca fizik tedavi yöntemleriyle de ağrıda yeterli düzelme sağlanamamış, cerrahi müdahale gerektirmeyen hastalara uygulanır. Bu enjeksiyonlar ağrının ortadan kaldırılması için uygulanmakla birlikte ağrı kaynağını ortaya çıkarmak için de yararlıdır.

Enjeksiyon teknikleri ağrıyı nasıl azaltır?

Enjeksiyonlar ağrının ortadan kalkması için ağızdan kullanılan ilaçlardan ya da kalçadan veya damardan yapılan iğnelerden çok daha etkilidir. Çünkü bu yöntemlerle uygulanan ilaçlar vücudun her yerine dağılmayıp direkt olarak ağrıyı oluşturan anatomik bölgelere ulaştırılmaktadır. Ağrılı bölgeye uygulanan steroid türü ilaçlar, güçlü yangı giderici etkileriyle ağrının kaynağındaki yangıyı ortadan kaldırır. Ayrıca, örneğin bel fıtığında uygulanan bu tür ilaçlarla fıtığın çevresindeki ödem geriletilerek olay bölgesi rahatlatılır.

Enjeksiyonlar bel ağrısının tanısında ne şekilde kullanılır?

Enjeksiyonlar tanısal olarak bel ağrısının kaynağını belirlemek için uygulanabilir. Fiziksel muayene ve görüntüleme yöntemleri ile ağrının nedeni tam olarak ortaya konu lam iyorsa, çeşitli enjeksiyonlarla ağrının belin hangi yapısından köken aldığı belirlenebilir. Bu amaçla belde yer alan çeşitli yapılara lokal anestezi (mevzu uyuşturucu) ilaçları verilir.

Bel ağrısı tedavisinde kullanılan enjeksiyonlar nelerdir?

En sık uyguladığımız enjeksiyonlar; * Epidural ve transforaminal enjeksiyonlar * Sinir kökü blokları * Faset eklem enjeksiyonları * Sakroiliak eklem enjeksiyonları, şeklinde sıralanabilir.

Yöntemler içinde en çok hangisini uyguluyorsunuz?

Bel ağrısı tedavisinde en çok uyguladığımız enjeksiyon yöntemi tüm dünyada olduğu gibi epidural ve transforaminal enjeksiyonlardır. Epidural enjeksiyon, güçlü yangı giderici etkileri olan ilaçların omurga kanalı içine uygulanmasıdır. Dünyada 40 yıldan fazla zamandan beri omurga kaynaklı çeşitli ağrıların tedavisinde kullanılan, iyi sonuçlar alınmasını sağlayan ve yan etkileri çok az olan bir işlemdir.

Epidural ve transforaminal enjeksiyonlar kimlere uygulanabilir?

Enjeksiyonlar en çok bel fıtığı hastalarında uygulanmaktadır. Burada amaç fıtık başlangıcı ya da fıtık olan disk bölgesindeki ödemi ortadan kaldırmak, disk çevresindeki yangıyı ve olası bir sinir kökü basısını azaltmaktır. Yöntem, düşük riski ve önemli bir yan etki potansiyeli olmaması nedeniyle yaygın bir yöntemdir. Özellikle ilaç tedavisi, egzersiz ve fizik tedavi gibi konservatif yöntemlerle düzelme sağlanamayan disk kaynaklı bel, bacak ağrılarında tercih edilir. Belin yanısıra boyun ve sırt omurlarının fıtıklarında da aynı yöntem uygulanmaktadır. İşlemin uygulandığı hastaların büyük bölümünde ağrı tamamen yok olur. Düzelme sağlanamayan az sayıdaki hastada ise işlem tekrarlanabilir. Genel kabul, işlemin bir kaç ay içinde 3 kez uygulanabileceğidir.

İşlem nasıl uygulanıyor?

İşlemin uygulanacağı hastamız özel girişim odasına alınıyor. Enjeksiyon floroskopi adı verilen özel bir görüntüleme yöntemi eşliğinde, yani işlem bölgesi görülerek uygulanıyor. Enjeksiyondan önce girişim bölgesine lokal anestezi uygulanarak, hastanın işlem sırasında ağrı duymaması sağlanıyor. 30 dakika kadar süren işlemden sonra hastamızı odasına alıyoruz. 3-4 saatlik bir dinlenme süresinin ardından da evine yolluyoruz.

 

Soru 7. Kızımın sınav öncesi gerginlikleri ve kaygıları var. Sınavından başarısız olmasından endişe ediyoruz. Bilinçaltı tedavi yöntemleri bu konuda yardımcı olur mu?

 

Sınav Kaygısının Tedavisi ve Hipnoterapi Sınav kaygısı, yukarıda bahsedildiği gibi kaygıyı motivasyonun artmasını sağlayacak düzeye indirme yoluyla yapılır. Kaygının tamamen yok edilmesi çalışma isteğini, başarma azmini yani motivasyonu ortadan kaldırabilir, istenen bir sonuç değildir. Yapılan değerlendirme sonucu sınav kaygısının sağlıklı bir düzeye gelmesini sağlayacak olan terapiler veya hipnoterapi uygulanmasına karar verilir. Hipnoterapi yönteminin sınav kaygısını gidermede ve diğer farklı psikolojik sorunları gidermede çok başarılı olduğu söylenebilir. Bunun nedeni ise hipnoz altındaki kişiye duygularını, düşüncelerini, davranışlarını, algılarını değiştirmeye yönelik telkinlerin direkt olarak bilinçaltı ile iletişim kurularak verilmesidir. Hasta hipnoz altında iken uyku ile uyanıklık arasındaki duruma benzetilen bir halde bulunmaktadır. Yani kendisine hâkimdir ama bilinçli zihni tam olarak açık değildir. Bu nedenle belirli düşüncelerini değiştirmeye yönelik telkinleri (sorununu çözmek istemesi ve yaşam tarzı ile çelişmemesi durumunda) diğer yöntemlere göre daha kolay bir şekilde kabul eder.  Sınav kaygısı konusunda örnek vermek gerekirse, üniversite sınavında başarısız olması sonucunda hayatta başarılı olamayacağı ve arkadaşlarının kendisiyle alay edeceği konusu genç bir zihne yerleşmişse, klasik terapi yöntemleriyle bunu değiştirmek çok zordur veya hastanın bazı ortamlara girmesi, egzersizler yapması gerekeceği için vakit alacaktır. Oysa hipnoterapi yöntemiyle üniversite sınavında başarılı olamasa bile birçok farklı alternatifinin olduğu hastaya telkin edilebilir, sınavda başarısız olması halinde ve arkadaşlarının kendisiyle alay etmeleri halinde durumu önemsememesi sağlanabilir. Dolayısıyla sınav kaygısını istenilen sağlıklı düzeyine çekmek ve kişinin motivasyonunu artırmak mümkün olur. Bu da birçok farklı psikolojik sorunda hipnoterapi yönteminin klasik terapi yöntemlerine oranla daha kısa süre içinde ve daha başarılı olabileceği anlamına gelir. Tabi hipnoterapi ile ulaşılan sonucun düşüncelerin, davranış kalıplarının değişmesi ile gerçekleştiği ve kalıcı yani kesin sonuç olduğu da unutulmamalıdır.

 

Sınav kaygısında hipnoz ve hipnoterapi ile oldukça yararlı sonuçlar verebilir. Öğrenci için sınav kaygısı ve hipnoz ve sınav stresi konusu önemlidir. Her yıl yüz binlerce öğrenci sınava girerek gelecekte nasıl bir yaşamları olacağının kararını veriyorlar. Sınavlara hazırlık amacıyla öğrenciler daha ilköğretimin altıncı sınıfında yoğun bir koşuşturmacaya başlıyorlar. Bir taraftan dershanede takviye dersler alarak, bir taraftan özel öğretmen yoluyla derslerini desteklemeye çalışıyorlar. Amaç iyi bir lisede ! öğrenim görmek, iyi bir üniversiteye ! girmek için sağlam temeller atmaktır. iyi bir liseye kabul edilen de edilmeyen de yine dershane ve özel ders alarak derslerini takviye etmeye çalışıyor. Sınav kaygısı yaşayan bir öğrenci şöyle belirtiler gösterir; ders çalışmak üzere hazırlık yapar ama bir türlü çalışmaya başlayamaz.  Ders çalışmak öğrencinin gözünde büyür ve konsantre olmakta güçlük çeker. Ders çalışma motivasyonu olmadığı için saatlerce masada oturduğu halde çok az çalışma yapabilir. Sürekli kazanamayağını düşünür. Sınav Kaygısı ve Hipnoz Sınav kaygısı ve hipnoz oldukça yararlı olabilir. Sınav kaygısı ve hipnoz konusunda bilgi sahibi olmayabilirsiniz. Ancak sınav stresi yaşayan bir öğrenci; anne babasının, arkadaş, öğretmen ve diğer aile yakınlarının kazanamaması durumunda ne düşüneceğini düşünür. Başkalarının onun hakkındaki düşünceleri onu meşgul eder. Anne babalar çocuklarına moral vermek isteselerde bu durum yeterli olmaz. Sınav kaygısı ve hipnoz. Sınav kaygısı yaşayan bir öğrencinin sinirli ve öfkeli tavırları olabileceği gibi içekapanık ve sessiz, çekingen bir tutum da geliştirebilir. Ders çalışma isteksizliği  ve öğrenme motivasyonunun azaldığı gözlenir. Sınav kaygısı ve hipnoz bu konuda önemlidir. Sınav kaygısı ve hipnoz, bir öğrencinin varolan potansiyelini artırabilir. Öğrenme kapasitesini düşürür. Sınav kaygısı öğrencinin geleceğinde önemli bir kavşak noktasıdır. Öğrencinin yıllardır çalışarak emeklerini üç saat gibi bir zaman diliminde ortaya koyması beklenmektedir. Bu zaman diliminde moral motivasyon durumunuz yerinde ve yeterli değilse başarı önemli oranda düşmektedir. Yıllardır harcanan para ve zaman boşuna gitmekte, üç saatte heba olabilmektedir. Bu durumda sınav heyecanının iyileştirilmesi gerekmektedir. Sınav kaygısı için hipnoz oldukça yararlıdır. Sınav heyecanı konusunda hipnoterapi kısa zamanda son derece yararlı sonuçlar vermektedir. Sınavların yaklaştığı bu dönemde sıklıkla uygulanan sınav kaygısı ve hipnoz uygulamaları son derece yüz güldürücü sonuçlar vermektedir. Hipnoterapi, sınav kaygısı yaşayan bireylerin başaramama inancını düzenleyebilir. Motivasyon ve konsantrasyonu yeniden sağlayabilir. Öğrenci yeniden dikkat ve konsantrasyonunu sağlayabilir. Ders çalışmaktan keyif alarak öğrenme kapasitesini artırabilir. 

 

Soru 8.  Hacamat ve sülük gerçekten söylenildiği gibi tüm hastalıkların devası mıdır? 

 

Soru 9. Kronik yorgunluğum mevcut. Çok dinç kalktığım bir günde dahi birkaç saat içinde yorgun düşüyorum. Nasıl kendimi toparlayabilirim? 

 

Kronik yorgunluk ozon

Kronik Yorgunluk ve Ozon Tedavisi

Çağımızın güncel sorunu yorgunluk, son yıllarda giderek artan yoğun ve stresli çalışma hayatı, modern yaşamın yüksek temposu gibi çok sebepten dolayı kronikleşmekte ve birçok kişiyi etkilemektedir. 

Araştırmalar göstermiştir ki kronik yorgunluk sendromunu yaklaşık % 70 oranında özellikle 30-50 yaş grubundaki kadınları etkiliyor. Gene özellikle eğitimli, gelir seviyesi yüksek, çalışan kesimde ve beyaz yakalı insanlarda daha sık görülmektedir. 
En az 6 ay veya daha uzun bir süre devam eden, dinlenmekle hafiflemeyen ve mevcut iş, eğitim, sosyal ve özel yaşam aktivitelerinde belirgin azalmaya yol açan bir yorugunluğunuz var ise bu durum Kronik yorgunluk sendromu olarak tanımlanabilir. 

. Bu genel belirtiler dışında kronik yorgunluk sendromu olan kişilerde aşağıdaki belirtilerde sıklıklı görülür. 
. Hafıza ve konsantrasyonda kısa süreli bozulma veya azalma 
Kas ağrıları 
. Eklemlerde belirgin kızarıklık veya şişlik olmamasına rağmen ağrı olması 
Yeni oluşan, şekil değiştiren veya ciddileşen baş ağrısı 
Sabah uyanınca kendine gelememe (uykulu olma halinin devam etmesi) 
Cinsel istek ve performans da azalma 
Kronik yorgunluk sendromu birçok sebepten olabilmekle beraber, en kabul gören nedenler, yoğun stres, aşırı çalışma temposu ve günlük yaşamın yarattığı diğer baskılardır. 

Hayatın bir parçası olan stres, kontrol edilemezse başka hastalıklara yol açabildiği gibi, kronik yorgunluk sendromunun da en önemli nedenini teşkil eder.

 

Son yıllarda özellikle yorgunluk ve halsizlik hisseden vatandaşlara uygulanan ozon tedavisi hakkında bilgiler veren Anestezi ve Reanimasyon Uzmanı Dr. Levent Bilir, Ozon tedavisinin son dönemlerde popüler olan tedavi yaklaşımlarından biri olduğunu söyledi. Ozon tedavisinin günümüzde tek başına tedavi edici bir yöntem olmadığını belirten Bilir, ” ‘Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp’ uygulamalarından biri olarak kabul ediliyor. Ama bir takım hastalıkların tedavisinde klasik tedavi yöntemleriyle birlikte kullanıldığında son derece etkili sonuçlar elde ediyor. O hastalıklar nelerdir, özellikle dolaşım sisteminin bozulmasıyla beraber seyreden hastalıklarda son derece etkin. Çünkü dokuların beslenmesi ve oksijenlenmesi kan yoluyla oluyor ve ilgili dokuların kan akımında azalma olduğunda, beslediği organ veya dokuda hasarlanmalar meydana geliyor. Böyle durumlarda son derece başarılı oluyor. Buna örnek verecek olursak, şeker hastalığına bağlı ayaklardaki iyileşmeyen yaralar, iltihaplı kronik yaralar ve geç iyileşen yaraların tedavilerinde etkili bir şekilde kullanılıyor. Bunun dışında karaciğer hastalıklarında, şeker hastalıklarında son derece iyi sonuçlar elde ediyoruz” dedi.

İnsanlar sabah uyanınca dinamik ve mutlu oluyorlar

Kronik yorgunluk sendromundan dolayı hastalara uygulanan Ozon Tedavisinden çok iyi sonuçlar elde ettiklerini dile getiren Dr. Bilir, sözlerinin bir kısmına şöyle devam etti:”Sabah uyandıkları zaman insanlar, kendilerini çok daha güçlü ve dinç hissediyorlar, böyle ağacı yerinden sökecekmiş gibi. Son derece mutlu oluyorlar. Ozon Tedavisinin birkaç uygulama yöntemi var. Ana uygulama yöntemi Majör otohemoterapi dediğimiz kan ozonlamasıdır. Bu yöntemde, tamamen steril şartlar altında daha özel ozon şişelerine hastadan yaklaşık bir 50-100 CC arasında kan alıyoruz, bu aldığımız kanı ozonladıktan sonra hastamızın kanını hastamıza tekrar geri veriyoruz. Hastamızın kendi kanı, tek kullanımlık ürünler ve dolayısıyla bir enfeksiyon oluşturma riskimiz zaten yok. Bu ana uygulama yöntemini başlangıçta haftada en az iki kez olmak üzere 10 kürlük bir tedavi programı ön görüyoruz. Daha sonra hastalığın türüne göre kronik bir hastalık ise, ikişer aylık aralıklarla da tek seanslar şeklinde kan ozonlamasının devam etmesini ön görüyoruz.”

Ozonun bir yan etkisine rastlamadık

Dr. Levent Bilir, ozon tedavisinin herhangi bir yan etkisinin tespit edilmediğine dikkat çekerek, “Ozona bağlı herhangi bir alerjik reaksiyon bildirilmemiş, bilinen herhangi bir yan etkisi tespit edilmemiştir. Kan ozonlamasında başımıza gelen en büyük sıkıntı, hastanın damarının iyi olmaması dolayısıyla, hastadan almamız gereken 50 CC ile 100 CC arasındaki kanı almakta zorlanmamız olmaktadır. Bunun dışında minör otohemoterapi dediğimiz minör ozon yöntemi var. Bu yöntemde ise hastadan 5 CC kadar kan alıyoruz, bu kanı ozonladıktan sonra kas içine yani intramüsküler dediğimiz şekilde geri veriyoruz. Bunun dışında iyileşmeyen yaralarda majör kan ozonlamasının yanında torbalama yöntemi de yapıyoruz. Ayağı özel bir ozon torbası içine alıyoruz. Yüksek konsantrasyonda ozon veriyoruz. Yaraların iyileşmesinde son derece etkin oluyor. Ana kullanım yolları bunlar” diye konuştu.

 

Kronik yorgunluk nöralterapi

KRONİK YORGUNLUK SENDROMU VE NÖRALTERAPİ

Bu hastalığa yakalanmış kişilere hastalıkları hakkında detaylı bilgi vermek endişelerini gidermek gerekir. Çünkü kişi çâresizdir, tetkikleri normal olduğu için kendisi bile hasta olduğuna inanmaz. En son araştırmalardaki hormonal dengesizliğe ve asidoza yönelik olumlu uyarılar verilerek vücudun kendi tamir ve tedavi mekanizmalarını düzenleyen NÖRALTERAPİ ile bu hastalara yardımcı olunabilir. Bağışıklık sistemi, hormonal düzen, lenfatik akım ve sinir sistemi hepsi bir bütündür. Birinde meydana gelen aksaklık domino taşları gibi birbirini etkiler ve/veyâ tetikler.

İşte Tamamlayıcı Tıp metotlarından olan Nöralterapi; vücudu bir bütün olarak ele alıp bütünsel tedaviyi hedeflemektedir. 

 

İlaç ve Girişimsel Tedaviler;

Ayrıntılı bir öykü, muayene ve laboratuvar incelenmesinden sonra belirlenen nedene yönelik tedaviler yapılır. Kan tetkiklerinde tespit edilen bozukluklar için gerekli tedaviler planlanmalıdır.

İlave edilecek en etkili tamamlayıcı tedaviler; beslenme ve bağırsak flora düzenlenmesi, egzersiz, bilişsel davranışsal yaklaşım ve nöralterapi, ozonterapi gibi girişimsel tedavilerdir. Şikayetlerin belirgin olduğu durumlarda tedavinin hızlı olması ve hormon bezlerinin kendi kendini düzenlemesi(regülasyon) için girişimsel tedaviler uygulanır. Nöralterapi yöntemi ile hipofiz, tiroid, sürrenal ve genital hormon bezlerine yapılacak girişimler hormonal dengenin yeniden kurulmasını kolaylaştıracaktır. Yine bağırsak florasının bozulması veya bazı yiyeceklere duyarlılık varsa bunların düzenlenmesi tedaviyi hızlandırır. Bozucu alan oluşturabilecek geçirilmiş travma ve ameliyat bölgelerinin nöralterapi ile reğülasyonu sağlanmalıdır. Tedavinin devamlılığı koruyucu yöntemlerin kullanılmasıyla oluşturulmalıdır. Vitamin ve mineral desteğiyle veya antidepresan ilaçlarla kalıcı tedavi beklemek fazla iyimser bir yaklaşım olacaktır.

 Nöralterapi

 Bütünsel Yaklaşım

Diğer Tamamlayıcı tedaviler;

Manyetik ve elektriksel etkilenmeler KYS’ye sebep olmuş ise biorezonans manyetik alan tedavileri ilave edilmelidir. Ozonterapi tedavisi akut dönemlerde ve hızlı rahatlamaya ihtiyaç duyulan erken dönemlerde uygulanabilecek geçici tamamlayıcı tedavilerdendir.

Sonuç olarak; KYS’nin tanısı ve tedavisi güçlükler içermektedir. Etkili tek bir yöntemden bahsetmek mümkün değildir. Tedavide sebebe yönelik bütünsel yaklaşımlar kullanılmalı, koruyucu yöntemlerle kalıcılık sağlanmalıdır. Sadece şikayetleri azaltacak ilaç tedavilerine başvurmak, vitamin-mineral-antidepresan-ağrı kesici ilaç kombinasyonlarından fayda beklemek hastalığın ilerlemesine zemin oluşturacaktır.

KYS’ nin tanı ve tedavisi güç ancak imkansız değildir. Biz hekimlere düşen; KYS’ yi tanımak, sadece psikolojik diyerek belirtileri geçiştirmemek, korunma yöntemlerini ve tamamlayıcı tedavileri uygulamak veya uygulayan uzman ve merkezlere yönlendirmektir.

Ağrı Merkezimizde hasta bütünsel olarak ele alınmakta, koruyucu ve girişimsel tüm tedaviler bir arada uygulanmaktadır.

 

Kronik yorgunluk hipnoz 

 

 

Soru 10. Ayaklarımın üstüne basmakta zorlanıyorum hangi tedaviler uygulanabilir?

 

Topuk dikeni radyofrekans

 

TOPUK DİKENİ TEDAVİSİNDE
RADYOFREKANS ABLASYON TEDAVİSİ NEDİR?

Geleneksel tedavilere dirençli olan ve yeterli düzeyde fayda görmeyen olgularda ”Radyofrekans Ablasyon” yöntemini kullanıyoruz. Kronik topuk ağrısı tedavisinde diğer yöntemlerden farklı bir uygulama olan ”Radyofrekans Ablasyon” tedavisiyle uygun hastalara uygulandığında bir defada %85’in üzerinde başarı elde edilebilir. Bu yöntemi diğer yöntemlerden ayıran en önemli özellik bir defada kalıcı sonuca ulaşılmasıdır. Bu yöntem ağrıya neden olan ve plantar fasiite bağlı ağrıyı taşıyan ufak milimetrik sinirleri radyofrekans (RF) enerjisi ile yakmaya dayanır. Hastanın işleme uygun olup olmadığına deneme enjeksiyonu ile karar verilir. Yakılacak olan sinir bölgesine yaklaşık 0.5 cc lokal anestetik enjekte edilir eğer hasta bu enjeksiyondan fayda görürse bu işleme uygun bir aday olarak değerlendirilir. İşlem sonrasında hasta evine dönüp günlük yaşamına devam edebilir. Bir günlük evde dinlenmenin sonrasında normal yaşantısına dönebilir.

 

Topuk dikeni proloterapi 

 

Sabahları ayağında büyük ağrılarla uyanan hastalar, 3-4 seanslık Proloterapi tedavisiyle hem ağrılardan hem de hastalık sonucu oluşan duruş bozukluklarından kurtuluyor.

Uzun süre bir yerde oturduktan ve uykudan uyandıktan sonra ayağın topuk bölgesinde ağrının toplanmasıyla belirtilerini gösteren ve çoğu kişinin yaşadığı topuk dikeni hastalığı, Proloterapi tedavisiyle iyileştirilebiliyor. Hasarlı dokuya enjekte edilen ve özel bir içeriğe sahip olan Proliferant solisyon, ağrının kaynağı olan hasarlı bölgede vücudun tamirci hücrelerini aktif hale getirerek topuk dikeninin oluştuğu bölgeyi onarıyor. Bu uygulamayla hastalar kolaylıkla kalıcı olarak tedavi edilebiliyor.

Yanlış Ayakkabı Kullanımı Topuk Dikeni Başlangıcı!

Hızlı kilo alımında ve yanlış ayakkabı kullanımında ve de yeni bir spora başladıktan sonra ayakta oluşan ağrı, çoğunlukla topuk dikeni rahatsızlığının belirtisi oluyor.Genellikle genç nüfusta, yaygın olarak görülen ayak tabanında ağrı şikayeti ile ortaya çıkan bir hastalık olduğunu söyleyen Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Op. Dr. Hasan Doğan, “Ayak alt yüzeyinde topuğun altında ve çevresinde ağrı ile kendini hissettirir. Sabah yataktan kalkınca ya da oturma pozisyonunda iken ayağa kalkınca atılan ilk birkaç adımda şiddetli ağrı oluşur. Hızlı kilo alanlarda, yeni bir spora başlayanlarda, yeni bir ayakkabı alanlarda ayak tabanında ağrı olursa topuk dikeni hastalığı akla gelmelidir.” dedi.

Topuk Dikeni Eklem Kireçlenmelerini Tetikliyor

Topuk dikeni hastası zamanında tedavi olmazsa yürüme aktivitesi kısıtlandığından bacak kaslarında zayıflama ve güçsüzlük gelişeceğini söyleyen Op. Dr. Hasan Doğan, “Topuk dikeni olan hastanın yürüyüş kalitesi bozulur. Ayakkabısı ters taraftan aşınır ve eskir. Bacak arkasındaki ve ayak tabanındaki kaslarda, aşırı gerginlik ve sertleşme olur. Zamanla diz ve kalça ekleminde ve hatta yaş ilerledikçe belde ağrı, erken aşınma ve yaşlanmalar ortaya çıkar. Hareketleri ve yaşam kalitesi bozulduğundan ekleme orantısız yüklenme olur ve eklem kireçlenmelerini tetikler” açıklamasında bulundu.

Zamanında uygulanan Proloterapi tedavisiyle sorunun kaynağı olan yere uygulanan enjeksiyon uygulaması ile vücudun kendi kendini iyileştirme gücünün devreye gireceğini belirten Op. Dr. Hasan Doğan, “Sorunlu bölgeye hızla iyileştirici hücreler gelerek ayak kemiği tabanına yapışan kasların çekme gücü dengelenir. Bağ dokunun kemiğe yapışma yerinde güçlenme sağlanır. Kaslarda oluşan tetik noktalar tedavi edilir. Böylece 3-4 seansta hasta yıllarca sürecek olan bir rahatsızlıktan kurtarılır” şeklinde konuştu.

 

Topuk dikeni PRP

Eklem ve tendon romatizmalarına karşı etkili olduğu ispatlanmış olan PRP tedavisi, topuk dikenine karşı da hastaların yüzünü güldürüyor.
Kadınların ve kilosu fazla olanlarda sıklıkla görülen ‘topuk dikeni’ rahatsızlığının artık son derece etkili bir tedavisi var. Yakalananların ayak ve topuk ağrısından şikayet ettiği rahatsızlığa karşı Özel Hayat Hastanesi’nde uygulanan PRP tedavisiyle olumlu sonuçlar alınıyor. Topuk dikeninin, ayak tabanında bulunan ‘plantar fasia’ adlı zarın kronik olarak zedelenmesi sonucu oluşan bir durum olduğunu belirten Özel Hayat Hastanesi Ortapedi ve Travmatoloji Uzmanı Op. Dr. Aydın Özkan, “Her insanın ayağının iç kısmında bulunan ve ayağın uzun arkı denilen çukurluk sayesinde ayağa gelen yükler dengeli bir şekilde dağıtılarak yumuşak dokular ve kemiklere aşırı yük gelmesi önlenir. Ayağın arkının çökmesi, aşırı ayakta kalma, uzun yürüyüşler kötü ayakkabı alışkanlıkları sonucu bu arkı destekleyen ‘plantar fasia’ adlı taban zarı aşırı gerilir. Kronik zedelenmeye bağlı olarak ‘plantar fasiada’ kalınlaşma ve özellikle topuk kemiğine yapıştığı yerde yumuşak doku ödemi oluşur. Ayak taban zarındaki bu romatizmal hadise ‘plantar fasiit’ olarak adlandırılır. Hastalık ilerledikçe bu zar kalınlaşmaya başlar ve topuk kemiğine yapıştığı noktada kronik zedelenmeler ortaya çıkar. Vücut bu bölgede yeni kemik oluşturarak stresi azaltmaya çalışır. Bu oluşan kemik yapı sivri olduğunda topuk dikeni olarak adlandırılır” diye konuştu.
PRP tedavisi omuz ağrıları, tenisçi dirseği, golfçu dirseği, ön çapraz bağ yaralanmaları, diz, omuz, kalça eklem kireçlenmesi, diz kapağı tendiniti, ayak bileği burkulmaları, topuk dikeni ve kulunç ağrısı olarak bilinen kas gerginliklerinin tedavisinde kullanıldığını ifade eden Özkan, “Hastanın kendi kanı steril bir ortamda alındıktan sonra özel işlemler ile trombositler kanın diğer şekilli elemanlarından ayrılıyor. Uygulanmak istenen bölgeye bu sıvı enjekte ediliyor. PRP İngilizce ‘Platelet Rich Plasma’ ifadesinin baş harflerinin kısaltması olup, ‘trombositten zengin plazma’ anlamına gelmektedir. Bu yöntemde ilaç hastanın kendi kanından hazırlandığından doğal bir tedavi yöntemidir. PRP sıvısının içerdiği yüksek orandaki büyüme faktörleri zedelenmenin olduğu plantar fasia ve topuk dikeni bölgesindeki yapıların hücrelerini uyararak o bölgedeki iyileşmeyi hızlandırır” açıklamasını yaptı.
Yakın tarihli araştırmalarda özellikle diğer tedavilerle sonuç alınamayan topuk dikeni vakalarında PRP ile yüz güldürücü sonuçlar alındığını belirten Özkan, ”PRP tedavisi diz kalça gibi eklem romatizmalarında, tenisçi dirseği gibi tendon romatizmalarında etkili olduğu zaten ispatlanmış bir yöntemdir. Artık topuk dikeni ve plantar fasiitin de PRP tedavisinin kullanım alanına girdiğini kesinlikle söyleyebiliriz. Tabi ki tüm tedaviler ve PRP tedavisi de aktivite modifikasyonu ve uygun egzersiz programı ile desteklenmelidir. PRP tedavisi birçok inatçı kas iskelet sistemi hastalığında yeni bir umut olmaya devam etmektedir” dedi.

Whatsapp'tan Ulaşın
Merhaba 👋
Size nasıl yardımcı olabiliriz?